GEZİ PARKI (2013)
Her şey ama her şey bir gaz bulutunun içinde yaşandı; zarar verirken daha da güçlendirdi, neredeyse bütün şehir solur, kapalı pencerelerden bile sızarken ınsanlar nefes alamaz hale geldi.
Kentlerindeki yeşil alanların bir bir ellerinden gitmesine isyan eden, günlerdir parkta seslerini duyurmaya çalışanlar da dışarıdan destek verenler de ne olduğunu anlayamadı.
İlk ateş Gezi Parkı’nda yakıldı. Parkı korumak için orada olacaklarına söz veren vekillerin de bulunmadığı, en savunmasız olunan bir anda, bir Cuma sabahı, şafak vakti, yüzleri maskeli kişiler parktaki çadırları yaktı. O çadırlardan öyle bir duman yükseldi ki gaz bulutu tüm ülkeye yayıldı. İnsanlar akın akın birbirini korur, dumanla boğulmamak için mücadele etmeyi öğrenirken, başbakan, hemen yanıbaşlarında bir yerde Türkiye’nin tütün kontrolündeki başarısını anlatıyordu. Akşam oldu, sabah oldu, açıklama gelmeyince sokaklar daha da kalabalıklaştı. İnsanlar kendilerine adeta savaş açmış emniyet güçlerine karşı durmaya çalışırken başbakan, ‘Yakıyorlar, yıkıyorlar. Bu mu demokrasi? O kışla yapılacak. İzni birkaç çapulcudan alacak değilim’ dedi.
Anneler çocuklarını ‘gaz maskeni aldın mı evladım’ diye uğurlamaya ve duman oradan oraya yayılmaya başladı; ‘çapulcu’ birden en sevilen sıfat oldu. Herşey anlam değiştirdi. Çapulcu, Toma, barikat, maske günlük kullanım dilinin vazgeçilmezi olurken Rennie’li sıvı, limon, sirkeli eşarp da onlara eşlik etti.
İstanbul İstanbul olalı böyle bir hikâye yaşamadı…
Ne kadar anlatılsa eksik kalacak bir hikâyeydi yaşanan.