HALININ ALTI İstanbul 2010 yola çıktı!

Yaz öncesinde kentin çeşitli yerlerinde uçuşan “İstanbul 2010 yola çıktı” haberini görmüşsünüzdür.

Bir de yaz sonunda ilginç bir şekilde yine kentin bazı yerlerinde İstanbul 2010 logosu görüldü, otobüs üzerlerinde, otobüs duraklarında filan… Hani sanki yeni bir süt çıkmış da reklamı verilmiş, sanki bakkala gidip alacağınız yeni bir ürün söz konusu… Hem artık yeni çıkan sütün bile tanıtımı yapılıyor ki insanlar ilgilensin. Bu öyle mi? Adı üstünde kültürle ilgili, öyle yenilir yutulur bir şey değil, insanlar da haliyle yürüyüp gidiyor, ne olduğundan haberi yok.

İstanbul, çok az kişinin bildiği gibi 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti… Ne yazık ki çok az kişinin bildiği gibi diyorum, çünkü şunun şurasında sadece bir yıl kaldı ve üç yıl boşa gitti. Niye boşa gitti? Çünkü bu unvanın en kilit noktasında halkın katılımını sağlamak duruyordu; yaşadıkları kentle ilgili onları bilinçlendirmek, her gün geçtikleri yerlere, kentlerine farklı bakmalarını, onu sahiplenmelerini sağlamak… Ama ne yazık ki kimsenin bu konunu ne olduğu konusunda açık ve net bir bilgisi yok.

Öncelikle bir şehir efsanesine dönüşen yanlış bilgiye son verelim, çünkü yöneticiler de dahil bu tür açıklamalar yapıyor. Bilen bilmeyene söylesin: İstanbul’a kültür başkentliği muazzam tarihi, kültürü, geçmişi, şahane bir şehir olduğu için verilmedi. Bu özellikler, bu unvanı almaya yetmiyor, zaten kenti, başta kentin sivilleri ve sonra yerel kurumları olarak siz aday olarak sunuyorsunuz, onlar gelip size bunu vermiyor. Siz, aday gösterenler, çeşitli projeler aracılığıyla kentin kültürel hayatını sahici ve kalıcı olacak şekilde –bunun da kriterleri var tabii ki- canlandıracağınızın sözünü veriyorsunuz,  hazırladığınız projeler paketini savunuyorsunuz. Sunulan proje ne kadar sahiplenilmiş, ne kadar sahici diye de sorgulanıyor. Seçilen kent kültürel altyapısını geliştireceğinin, kültürel demokrasiyi yerleştirmeye çalışacağının (en azından), bu ortamı yaratmak için tarafları bir araya getireceğinin ve daha pek çok şeyin sözünü veriyor. Konu zaten kültür; kültür de aynen eğitim gibi kısa vadede sonuca gidilmeyecek bir alan, stratejiler/gönüllük/inanç/hedefleri iyi belirleme/kararlılık gerektiriyor. Çünkü süreklilik, kalıcılık ancak bunun sonucunda yerleşebiliyor. Bu unvanı alan ve başarılı kültür başkentliği yapmış kentlere baktığınızda, kentlerin kültürel anlamda ve pek çok açıdan -insani/zihinsel/fiziki/sürekliliği olan şekilde- olumluya ve bilinçlenmeye dönük dönüşüm geçirdiklerinin öne çıktığını görüyoruz. Bu konuda yapılmış iki ciltlik bir raporda zaten başarı/başarısızlık ölçüleri bu raporda bir güzel sıralanmış. 

Bir başka yanlış bilgiyi de hatırlatmakta yarar var; bu unvan bu kent ve bu kentin insanı için verildi. Hani kompleksli insan misali yabancılara İstanbul’u tanıtmak diye bir söylem tutturulmuş, bizim burada yapacaklarımız elbette buraya kültür sanat insanlarını getirecek, elbette kültür turizmi normalin üç katı gelir getirir ama eğer siz bunu içselleştirememiş ve dönüşüm yaratamamışsanız herhangi festivalden ne farkı var bu başkentliğin?

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, İstanbul'a yapılacak her türlü yatırımın, İstanbul aracılığıyla Türkiye'nin yurtdışında daha fazla dikkat çekmesini, itibar kazanmasını ve destinasyon olarak seçilmesini sağlayacağını vurgulamış. İstanbul 2010 Ajansı olarak, önümüzdeki 3 yılda İstanbul'u halkın da katkılarıyla, bir ‘Marka Kent’ haline getireceklerini ifade etmiş, bunun Türkiye’nin geleceğine yatırım olduğunu kaydetmiş ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü hakkındaki Kanunun, Avrupa Kültür Başkenti ile ilgili ihtiyaç duyulan seferberlik ruhunu yansıttığını belirtmiş! Keşke o seferberlik ruhu yansıtılabilseydi, ta başından ısrarla arayan gönüllüler projeye katılıp çoktan yola koyulsaydı, hedef doğru anlatılıp aynen seferberlik zamanı gibi büyük dönüşüm yaratılabilseydi. İstanbul’un zaten bir marka olduğunu, bu kentte her uygulananın örnek alındığını söylemeye gerek yok.  

Şurası çok açık: Biz, sivil olarak başlamış bir hareketi şişire şişire bir kamu kurumuna dönüştürdük. Hani gönüllülük, hani hep birlikte bir şeyler başarma… O kadar kalabalık kurullar kurulmuş ki kımıldaması imkansız. Başka kent örneklerinde de kalabalıklar görebilirsiniz ama bunlar işleyen kalabalıklardır, ona göre bir organizasyon şeması kurulmuş ve tıkır tıkır işletmeye koymuşlardır. 2010 web sitesine yazmışlar, ‘2010’a gider iken her telden’ diye…  Gerçekten her telden gidiyor. Başkentlik unvanının alınmasına yol açan projeler sanki sunulmamış gibi bir açıklama yapılmadan alaturka bir kafayla çöpe atılıyor, onların kopyalarına yol veriliyor, yüksek bütçeli ve birilerinin işine gelenlerse uygulamaya konuyor. Bunlar halkın katılımını sağlayacak, dönüşüm yaratacak büyük projeler mi? Yoo…  

Bu arada ilginizi çekti mi bilmem ama benim için fazlasıyla merak konusu bu durum; İstanbul 2010 ile ilgili hükümet ve yetkililer sürekli toplantı yapıp duruyor ama ne ilginçtir ki basın ve medya genel yayın yönetmenlerinin bilgilendirildiği toplantı sonrası bile durum değişmiyor, nedense yer vermiyorlar. Büyük gazetelerin kültür sanat şefleri bile İstanbul 2010’un ne olduğunu bilmediği için, işbirliği yapılması gereken medya, grubun yanında yer almıyor. 

 

Gerçekçi olalım: Sadece bir yıl kaldı. Unvanı aldıktan sonra kalan süre azdı, hemen belli hedefler çerçevesinde inançla ve tam zamanlı çalışacak, dinamik bir kadro kurulması gerekiyordu. O sırada herkesin hevesi ve isteği vardı, ezber dışında pek çok şey yapabilirdiniz. Evet çok kollu ve zor bir projeydi bu ve çok iş bekliyordu bizi, ama vizyon sahibiyseniz, kültür insanıysanız ve elbette değişime inanır, hedefler belirler, bunları doğru anlatır, ortamı yaratırsanız her şey mümkündü. Hem bizim insanımız sürprizlidir, aslına bakarsanız kolay öğrenir, bir hedef koyduğunuzda o hedef doğru anlatılır, kazançlar açık bir dille ortaya konursa çok güzel ilerler ve elinden geleni yapar. Dönüştürme, yeniden oluşturma gücü şaşırtıcıdır, yeter ki varolan potansiyel ciddiye alınsın, doğru değerlendirilsin ve iyi/güzel bir şeyler yapmak için yola çıkılsın. Varolan potansiyeli doğru değerlendirmekse bir vizyon ve inanç meselesidir. 

Ezcümle… Kendi kafanızdan olmayan bir şeyleri oturup varmış gibi anlatabilirsiniz, hikâye uydurabilirsiniz, göz boyayabilirsiniz ama akan zamanı geri döndüremezsiniz. Bir şeyi varmış gibi gösterebilir, hatta buna kendiniz bile inanabilirsiniz ama konunun özüne yönelik gerçekçi olmazsanız kendi kendinizi kandırmış olursunuz… Binbir Gece masalları değil ki bu, nereye kadar dinleyen bulacaksınız?.. Ve imaj… İmaj aslına bakarsanız hiçbir şeydir, üstüne serpilmiş altın tozları üflediğinizde gerçekler tüm sahiciliğiyle karşınıza dikilir. 

 

Avrupa Kültür Başkenti nedir?

Her şeyden önce bir kültür sanat projesi. Ama kültürü zor ve anlaşılmaz bir kavram olmaktan çıkarmayı; kültürün toplumsal ve bireysel yaşamdaki dönüştürücü gücünü akılcı ve katılımcı projelerle halkın yaşamına sokması gereken bir proje… 

Büyük bir sosyal sorumluluk projesi: Kentlerin kültürel, sosyal, mimari, kentsel, sanatsal dönüşümünü sağlaması esas… 

Geniş bir alana yayılması, halkın proje hakkında bilgilendirilmesi projeyi sahiplenmesine yol açacağından iletişimin net ve anlaşılabilir olması şart. 

Çok katmanlı olduğu için şeffaflık ve dürüstlük önemli.

Kentte yaşayanların kentini tanıması çok önemli, çünkü bu bir kentlilik bilinci oluşturuyor, sahiplenmelerine, onu sevmelerine, gurur duymalarına yol açıyor, bu tür tanışmalar için pek çok proje geliştirmek ve böyle hedefe ulaşmak mümkün.  

Başarılı bir başkent olmak, güçlü partnerlerle proje paydaşlarının açık ve net hedeflerle uzun vadeli bir planlamaya soyunmalarına ve bunu yerel halkın  katılımıyla sağlamalarına bağlı…

Stratejilerle altyapıyı oluşturmak, kalıcı olmasını ve uluslar arası platforma açılmasını sağlayacak bir proje.

Uzun vadeli etkilerinin olması en can alıcı nokta. 

Başarısız kentlerin hataları:

Kültür başkentleri bir yıllık başkent deneyimlerinde yer alan projelerin gerçekleştirilmesine ve fon bulmaya çalışınca geleceğe yatırıma çok az zaman kalıyor. Bugün buna pişmanlar. Ve tekrar bu deneyimi yaşasalar, daha kaliteli ama daha az sayıda projeye zaman harcayarak iyi bir strateji oluşturup kültürel altyapının kalıcı olmasına çalışırız. demişler. 

Kültür başkentliğinde dikkat yeni ya da yenilenmiş kültürel mekanlar, özel projeler üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak imajın dönüşümü, güvenin artırılması, ortamın düzeltilmesi/iyileştirilmesi ve bilgiyle deneyimin artırılması ölçümü zor ama önemi göz ardı edilmemesi gereken unsurlardan. 

AKB deneyiminde çalışmış insanların profesyonel yaşamlarına katkıda bulunmak çoğu kentin göz ardı ettiği bir şey. Oysa insanların yeteneklerini, isteklerini çoğaltmak, bir şehirde yeni bir bina yapmaktan daha etkili bir dönüşüm sağlıyor. Yine de bu strateji çok az kurdele kesimine yol açtığından siyasetçiler genelde yeni binalar yapmayı tercih ediyor.  Dolayısıyla siyasetle ilgili dengeye özellikle önem gösterilmeli. 

Ne yazık ki yerel yöneticiler genelde kültür başkentliğini kentin pazarlanması ve uluslararası profilinin yükseltilmesi olarak algılıyor. 

Başkentliğin birleştirici konsepti olan kültür ve kültürel gelişim başka çıkarlarla gölgeleniyor.

 

(Bu yazım, Kasım 2008'de www.tayproject.org/haber.html 'de HALININ ALTI başlığı altında yayınlandı)

Bu da güncel not: Benim de koordinatör olarak çalışıp, çok emeğimin geçtiği, Avrupa Kültür Başkenti unvanının alınmasından kısa bir süre sonra, ne yazık ki olacakları görüp ayrıldığım proje kitapçığı görsellerinden birkaçını da yazıya koydum. Bu yazıdakiler, 2005 hayallerinden bazı sayfalar. Unvanın sınav gününde (evet, kitapçık ve sunumla bağlantılı sorular soruluyor) AB jüri üyeleri bile şaşırmış, eğer böyle bir başkent gerçekleştirmeyi başarırsanız en demokratik Avrupa Kültür Başkenti olursunuz demiş, heyecanlanmışlardı. Tanığım.