Ethem Ruhi Fıglali Kitapları

"Ben laik bir Müslümanım"

İslam’la laiklik bir arada olabilir mi? Bir kesim, laikliğin İslam’a aykırı olduğunu iddia ediyor ısrarla.

ETHEM RUHİ FIĞLALI. Her din mutlaka insanların günlük hayatlarını düzenleme gayreti içindedir. Yahudilikte bu çok daha katıdır; yiyeceğinizden içeceğinize kadar müdahale ederler. Yahudilik olsun, Hıristiyanlık olsun herhangi bir dinde bütünüyle laikliği aramak mümkün değildir. Bana göre İslam, laiklikle en barış içinde olabilecek dindir. Çünkü kendi yapısı içinde yönetimle, siyaset felsefesiyle alakalı son derece kısıtlayıcı ve belirleyici hükümleri getirmemiştir. Laiklik bir egemenlik konusudur; hukuk, yönetim, siyaset meselesidir. Egemenliğin kökenin Tanrı ya da insan olması konusudur. Laiklikte temel felsefe, egemenliğin, insanın iradesine bağlı olmak üzere yönetimini belirlemesi esasına dayanır. Atatürk’ün “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken kastettiği buydu. Bu manada İslam, egemenlik konusunda insanı bütünüyle hür bırakıyor; yeryüzünde insanın kendi yapıp ettikleriyle hür iradesini kullanabileceğini ortaya koyuyor. Bu açıdan konuya yaklaşıldığında İslam ve Laiklik son derece rahat bir şekilde bir arada bulunabilir. İslam’ın diğer dinlerde olduğu gibi elbette evrensel birtakım değerleri var.

Nedir onlar?

FIĞLALI. Adalet, eşitlik –sosyo ekonomik eşitlik–, başta inanç olmak üzere insanın her türlü hürriyetinin sağlanmasıdır. Bütün bunları yaptığınızda Kur’an-ı Kerim’in temel sistemine uygun davranmış oluyorsunuz. İslam’ı yine laik sistemde kurabiliyorsunuz. İslamiyet biçimler üzerinde durmaz; şu an insanoğlunun ulaştığı en iyi yönetim demokrasi olduğu için bu manada adaleti esas alacaksınız. Bunun ötesinde de insanın canı, malı, ırzı ve mülkü ile dokunulmazlığını savunacaksınız. Parlamento girer danışma deyince… Bunu yaparken tavır, evrensel değer olarak Kur’an-ı Kerim’in ısrarla üzerinde durduğu ilkelerden vazgeçmemiştir.Bazılarının kuran-ı Kerim’in laik sisteme ters gibi gördüğü, “Allahın hükmettiği şekilde hükmetmeyenler kafirdir” ayetinden hareketle ortaya koymak istedikleri husus geçerli değildir. Neden? Kur’an-ı Kerim’de tespit edilenler, 610 ile 632 yılları arasındaki Mekke ve Medine’deki Arap toplumuna uygun düzenlemelerdir.

Bugün yine bazı kesimler özellikle Yahudiliğe yönelik nefret dolu yaklaşım içindeler. Oysa Hz. Muhammed’in döneminde başka dinden olanlara bugünkü bakılmamış değil mi?

FIĞLALI. Tabii efendim. Medine döneminde, gelir gelmez ilk yapılan işlerden biri “Medine sözleşmesi” denilen, başka dinlere, inançlara mensup insanlarla bir arada yaşamanın kurallarına konması olmuş. Vatandaşlarına yönetimi altında bulunduğu ülkenin kurallarına uyması koşuluyla her hakkı tanınmıştır. Zulmedilmemiştir, ikinci sınıf vatandaş olarak da görülmemiştir. Her din yaşanmaya başladıktan sonra insanların kültürlerine göre şekil kazanıyor. İslam da bu kötü akibetten kendisini kurtaramamıştır. Emeviler döneminde başlayan bir Arapçalık yaşayışı İslam  adına takdim edilir olmuş. Kur’an-ı Kerim’in getirmek istediği mesajın dışında Cahiliye döneminden beri gelen ya da kısmen değiştirilmiş olan Arap kültürünün, Arap yaşayışının izleri yerleştirilmiş. Bu izler, -ki bunlar kültür değerleri- dokunulmazlık zırhına büründürülerek din gibi takdim edilir oldu. Esas tartışılması gereken bence budur. Kur’an-ı Kerim’in bir başka ifadesi şudur; bütün evren insanoğlunun emrine verilmiştir; onu ihya etmek, geliştirmek zorundadır, sırlarını keşfetmek ve insanoğlunun önün yeni ufuklar açmak zorundadır.

Bilim devreye giriyor yani…

FIĞLALI.  Elbette, araştırmayı teşvik eder Kur’an-ı Kerim. Elbette Kur’an-ı Kerim de her dinde olduğu gibi şunu söylemektedir; Madem ki Tanrı tek yaratıcıdır o halde bilim olarak ne kadar ileri gitmiş olursanız olun yine bir bilinmeyenle karşı karşıyasınız; bu bilinmeyen tek varlık Allah’tır.

İnsanlar arasında kutuplaşmalar yaratılıyor, laiklik dinsizlik olarak gösteriliyor. Siz ben laik bir Müslümanım diyebilir misiniz?

FIĞLALI. Gayet tabii, nasıl diyemezsiniz ki. Ben pekala laik bir Müslüman, Atatürk’e inanan biri olarak rahat bir biçimde Müslümanlığımı yaşıyorum. Çok iyi bir Müslüman olduğuma inanıyorum.

Din adına yapılanlara, savunulanlara, karşı çıkılanlara bakılarak İslam’dan uzakta Araplara özgü, saptırılmış bir dinle mi karşı karşıyayız?

FIĞLALI. Evet. Kur’an-ı Kerim’in 23 yıllık iniş döneminde, Hz. Muhammed’in yorumuyla iç içe bulunduğumuz İslam’ı, aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra bulamaz hale geldik. Zaten o nedenle İslamiyet’in ilk yüzyılında sayısı yüzü aşan düşünce ve davranış okulu diyebileceğimiz hukuk okulları ortaya çıktı. Bu, konuya tek bir kalıp halinde yaklaşamayacağımız anlamına gelmekte. Kur’an’ın karşı çıktığı kabilecilik, aşiret zihniyetiyle ilgili hususlar ne yazım ki Emevi toplumuyla birlikte yeniden boy gösterir hali gelmiştir. Türkler Müslüman olduktan sonra kendi kültür çevrelerinden gelen değerleri İslamla yoğurarak hayat anlayışı yaratmışlardır; ben buna Türk Müslümanlığı diyorum.

Türk Müslümanlığından uzaklaşma var mı sizce?

FIĞLALI. Evet.

Ne kadar süredir?

FIĞLALI. Benim kanaatimce 20-25 yıldır böyle bir eğilim var. Araplaşmaya, Acemleşmeye eğilim var.

Bunun nedeni ne?

FIĞLALI.  Arapça bilen gençlerin sayısını artması, Arapça ve Farsça kitapların tercümesini sağlamıştır. Tercüme takdir edilecek bir iş ancak tercüme edilmiş eserlerin bulundukları toplumun kültür şartları göz önünde bulundurularak yeni bir zemin üzerinde değerlendirilmesi gerekir. Tercüme edilen eserlerin, Türkiye’nin tarihiyle hiç alakası yoktur; Araplar, Kuzey Afrika gibi sömürge ülkeleri olarak yaşamış ülke eserleridir. Bütün bunlarda o ülkeleri sömürgeden kurtarmak için insanları dinin militarist tarafın sevkeden görüşler ağırlıklıdır. Bir Suriye’nin, Irak’ın, Mısır’ın şartıdır; neden yazıldığı düşünülmeden bunlar İslamın emri gibi takdim edildi ve Türkiye’de bir kan değişimi içerisinde bu anlayış doğdu. Bu tip neşriyatlar beni o kadar üzüyor ki. Maalesef bizim Müslüman arkadaşlarımızın çıkardığı dergilerde Osmanlı dönemini, Selçukluları İslamiyetten sapmış gibi sakil bir yolla karalıyorlar. Arap yaşayışına uymadığınız taktirde Müslüman değilsiniz gibi bir anlayış hakim kılınmaya çalışıyor. Esas Türkiye’deki sancı budur.

 

Osmanlı’da bile recm, el kesme gibi şer’i hükümlerin uygulanmadığını söylüyorsunuz. Birtakım ülkeler örnek gösterilip bu şer’i hükümler önümüze geliyor. Gerçekten  o dönemde uygulanmamış mı bu kurallar?

FIĞLALI.  Kur’an-ı Kerim’de hukuki kural olarak önümüze sürülen hususların sayısı 6 bin küsur ayetlik kitabın içerisinde toplam elliyi bulmaz. Bunlar, Kur’an’ın emirleri gelene kadar son derece kötü bir biçimde uygulanan hususlara disiplin getirmiştir. Hukukta bir kural vardır; her bir hukuki kural mutlaka bir sebebe dayanır. Sizin örnek verdiğiniz el kesmeden hareket edelim. El kesme hırsızlık için verilen bir cezadır. Hırsızlık, insanın kendi hakkı olmadığı bir şeye el uzatmasıdır. Kul hakkı, Kur’an’da son derece önemlidir; buna haksız el uzatana Kur’an’ın verdiği ceza da el kesme. Niye? O günkü toplum tarım toplumu, hayvancılıkla geçinen bir toplum. El dediğimiz organ çok önemli. Şu anda böyle bir durumda benim elimi kesmeleri bir anlam ifade etmez. Çünkü tıp o kadar ilerlemiştir ki suni eller yapıyorlar. Bugünün şartlarına göre vereceğiniz en ağır ceza beni radyosuz, kitapsız, kalemsiz, televizyonsuz bir hücreye kapatmak. Hedef, kul hakkının, insanlara verilmesi gereken değerin ortaya konması. Bu sonuna kadar böyle olacak anlamına gelmez. Gelmediği içindir de İslam’ın adalet timsali olan ikinci halifesi Hz. Ömer, hilafeti sırasında oluşan bir kıtlık yılında, insanların fevkalade muhtaç durumda oldukları bir dönemde bu emri kaldırmış, uygulamamıştır.

Siz aynı zamanda Cambridge Üniversitesi’nde mezhep ve tarikatlar üzerinde dersler verdiniz, bu alanda uzmansınız. Bir sürü yeni tarikat, bunların küçük kolları oluştu. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

FIĞLALI. Ben mezhepler tarihçisi olarak ifade edeyim. Eğer bunlar benim tarihte gördüğüm gibi ciddi temellere, düşünce boyutuna dayanan faaliyetler olsa ciddiye alır, kafa yorardım. Ciddiye almıyorum bunları. Benim kanatimce bu gruplar, kendilerine bir Pazar bulmuş, orada oyalanıyorlar ve yaptıklarının mutlak anlamda dini olduğuna inanıyorlar. İslam’ı, dini bilmiyorlar. Aksi taktirde bir Muteziler, Hariciler kadar bilgi sahibi olurlardı. Samimiyetsiz demiyorum ama İslam adına ortaya çıkmalarıyla başkalarını yücelttiklerini görüyorum.

Şeriatla yönettiklerini iddia edenler İslam’a göre yorumlar yapıp yasaklar getiriyorlar kadına. Bizde de kadının kocasına ismiyle hitap etmesi yasaktır gibi İslami olduğu iddia edilen tuhaf kurallar öne sürülüyor. Kur’an-ı Kerim, kadınlarla bu kadar uğraşıyor mu?

FIĞLALI. Hayır efendim. Hz. Muhammed dönemi de dahil olmak üzere, kadın çarşıda pazardadır. Hz. Ebubekir ve Ömer döneminde özellikle çarşıda pazarda müfettişlik görevini bile üstlenmiştir. Kadının, o günkü Arap toplumu içinde İslamiyet’le kazandığı bir değer var. Ancak ulaştığımız düzeyde kabul edilmesi gereken düzey olmayabilir bu. İslamiyette önce Arap dünyasında kadının adı yoktu. Kadını bir eş, arkadaş durumuna, haklar ve yükümlülükler açısından eşit duruma İslamiyet getirdi; o günün şartlarında kabul görebilecek olan ve ihtilal diyebileceğimiz haklar bunlar… Yeterli midir? Değildir. Bunun başlangıcını yapmıştır; insanoğlu geliştikçe, şartlara uygun olmak koşuluyla siz bu hakları sonuna kadar genişletirsiniz. Kadının eve kapatılması diye bir şey Kur’an’ın özünde yoktur. Yanlış uygulamalar kültürlerin ürünüdür.

(1997, Tempo Dergisi)