Ataturk salincakta

CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA! (**)

PARTİCİLİK VE PARTİ MÜNAKAŞALARI YASAKTIR!

Ne yapılıyor buralarda? Kültür çalışmaları. Dokuz dalda başlıklar: 1) Dil, Edebiyat ve Tarih 2) Güzel Sanatlar 3) Tiyatro 4) Spor 5) Sosyal Yardım 6) Halk Dershaneleri ve Kurslar 7) Kitaplık ve Yayın 8) Köycülük 9) Müzeler ve Sergiler.  

1935 yılı Halk Evleri Kitapçığını buluyor (yaşasın dijital arşiv, tbmm.gov.tr), sevinçle inceliyorum, dönemin dergilerini, Cevdet Perin’in, “Atatürk Kültür Devrimi” kitabında bu evlere ayrılan özel bölümü okuyorum.

Halkevlerinde çevredeki harabelere tarih gezisi düzenleniyor, evlerdeki kültür malzemeleri toplanıp mini (bazısı büyük) müzeler kuruluyor, arkeoloji araştırmaları yapılıyor, kütüphaneler taranıp birbirlerine destek olunuyor, broşürler basılıyor, şenlikler, sergiler (sergi açmak çok önemseniyor)… “Halkevleri, muhitlerinin ziraî mahsullerinden sanat eserlerine kadar bülün varlıklarını ve kabiliyetlerini teşhir etmek ve memleketi gelen geçenlere ol­duğu kadar içinde yaşayanlara da hakkile tanıtmak mazhariyetine mümkün olduğu kadar fazla sergiler açmakla kavuşabileceklerine kanidirler. Denizli Antep, Balıkesir, Adana, Konya, Mersin, Bergama, Elazığ, Eminönü, Ödemiş İzmir, Zonguldak, Sivas, Üsküdar, Beyoğlu, Tokat, Trabzon bu hususta ba­şarılar kaydeden Halkevlerindendir.”

Halk türküleri, derlemeler, orkestralar, bandolar, köylü koroları, temsiller, oyunlar, film gösterimleri, heykeltıraşlık, spor faaliyetleri, atlı yaya bisikletli geziler, okuma odaları, yabancı dil kursları düzenleniyor bu evlerde. Köyler kalkınmalı, kültür eğitim eşitliği sağlanmalı…

Köycülük şubesi... Amacı, köylerin sağlık anlamında, sosyal, gönlü okşayan “(bediî) gelişme­lerine ve evrimlerine, köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve dayanış­ma duygularının kuvvetlenmesine çalışmaktır. Şube yakın köyleri imkân olduğu kadar sık ve çok olarak Halkevi genel müsamerelerine ve Halkevi üyelerini de uygun mevsimlerde köylerde hazırlanacak kır bayramlarına çağırmak suretile sevişme ve anlaşma sebep ve çareleri hazırlar.” Sevişmek diyor diye, hemen saçları dikilen varsa söyleyeyim, ben de ilk olarak babamdan, bir arkadaşına duyduğu sevgiyi tanımlarken duyduğumda, ne diyor ya, demiştim, “birbirini sevmek, saygı duymak” demek anlamı (Bir örnek, Kubbealtı Lugatından, Sâmiha Ayverdi’den: “XIX. Asır sonları, Boğaz ile insanların belki de en fazla anlaşıp seviştikleri devirdi.”)

Bu arada hem gerçekçi hem sihirli bir cümle: “… köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve dayanış­ma duygularının kuvvetlenmesine çalışmak…”  

YAŞASIN KÜLTÜR ÇALIŞMALARI!

Halk Evlerinde, halk odalarında, köycülük şubeleri vd. buralarda ne yasak biliyor musunuz? Particilik ve parti münakaşaları. Kültür siyaset dışıdır zaten, ortak paydada birleşerek ancak bir kültür politikası oluşturulur, onun da gelenin değiştirdiği, gidenin çarptığı bir yapısı olmaz, tam tersine anayasa gibi yerelden merkezi sisteme ortak payda ve hedefleri vardır, planı vardır. Atatürk döneminde olduğu gibi. Bilhassa önem verdiği nokta; bu evlerin eşiğinden atlayanların, oralarda siyasi düşünce ve inançlarını bir tarafa bırakmaları, herkese ve her samimi fikre karşı muhabbet ve hürmet besleyen iyi ve medeni birer vatandaş hüviyetiyle hareket etmeleri. Atatürk ve entelektüel ekibinin eğitimle kültürün içiçe, bir olduğunun bilincinde olduğu kesin. Her toplumun kendine özgü dinamikleriyle farklı olduğunun da, ki buna da kültür diyoruz, medeniyet ve kültür gerek bizde gerek dünyada özellikle 20. yüzyıl başında tartışılmaya başlanmış, tanımları artmış, üzerinde çok düşünülmüş mefhumlar.

“Kültür, bir milletin bütün tarihi seyrini gösteren bir hare­kettir. Bugün yaşayan milletler varlıklarını ispat ve idame için çalışırlar, fakat onların dayanacağı bir esas, kökünü kendisin­den alacağı bir kültürleri bulunmazsa, temel sağlam olmaz. Onun içindir ki tarihlerinde kültür izi bırakmayan milletlerin en nihayet yalnız adları kalmıştır. Türk milleti beş-altı yüz sene önce kültürlerinin bir safhasına dayanarak, bütün cihanı istila fırsatını bulmuştu. Ancak bu istila yalnız askerlik kudretiyle değil, milletin yüksek kabiliyeti ve maddi delilleri elimizde bu­lunan kültürü ile olmuştur. Halbuki sonraları bunun ihmali yü­zünden o devlet maziye karıştı, yok olmak derecesine vardı. Türkiye Cumhuriyeti, kültürünü bugünkü şartlar içinde inkişaf ettirmektedir. Burası muhakkak olmakla beraber, Türk kültür­cüleri eskiye de ehemmiyet vermekte, eskinin ve tarihin derin­liklerini araştırmaktadır.” Ülkede araştırmalar yapılıyor, valilik üzerinde müfettişlikler, eğitim eminlikleri, düşünülüyor da düşünülüyor. Çağrı yapıyor: “Siyasi kavgaların çoğu neticesizdir. Fakat toplumsal çalışma her vakit için verimlidir. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu'ya gelip uğramazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Memleketi gezmeli milleti tanımalı. Eksiği nedir görüp göstermeli. Millet sevmek böyle olur. Yoksa lafla sevgi fayda vermez.” Öyle de yapılıyor. Halkevlerini, yaşlı veya genç, fedakâr ve idealist aydınlar idare ediyor.

1935 Halkevleri kitapcigi

Halkevleriyle herkes kendi bölgesinde millî müca­deleye, inkılâp yıllarına ait izlerini toplamaya başlıyor. İlk girişimci şehir Gaziantep, “Bir tarih müzesinden büsbütün başka canlı ve hareketli bir müze olacak olan bu inkılâp müzelerinin devrim tarihi ile alâkalı otantik eşya­dan, o zamanki kıyafetlerle tesbit edilmiş fotoğraflardan, o zamanki hadiseleri, inkılâptan evvel ve sonraki Iiçtimaî müesseseleri ve umumî ha­yatı tesbit eden eserlerinden, önemli arşiv­lerden teşekkül edecek olan salonları için mu­hitte mevcut belge ve izleri toplamak üzere zaman geçmeden her Halkevi müze ve sergi şubesinin harekete geçmekte olduğu çalış­maların tetkikinden anlaşılmaktadır.” Gaziantep, müze ve korumacılık anlamında öne çıkan şehirlerimizin başında geliyor, kendi imkânlarıyla mücadele eden ve Atatürk’ün “Ben Gazianteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki, onlar yalnız Antep’i değil bütün vatanı kurtardılar” dediği, her kasabasını, köyünü kahramanlık misali olarak gösterdiği bu şehirde mesela neden bir Devrim Müzesi yok? Atatürk’ün 1933’te ziyaret ettiği, fahri hemşehrisi olduğu Gaziantep, 25 Aralık Panorama Müzesi, Atatürk Anı Evi, Milli Mücadele Müzesi vd., kurtuluşun hatırlatılması, savaş tarihi, hatıraları vd var da şehrin o özel devriminin, kültürel altyapısının ve geçmişinin hatırlatılması, kahramanlığın kültürel (geniş anlamı var malum) yanı gelişmenin yararına değil mi? (Bu arada Gaziantep’te de ne yazık ki halen ciddi bir oranda okuma yazma bilmeyen nüfus var.)

 

Ata HAlkodasıHalkevi tiyatrosunazilli halkeviUrfa Halkevi

Urfa’da açılan Halk Evinde, 1930’larda, Süryanilere ait “Helen” adında bir kadın ve iki çocuğunu gösteren iki bin yıllık bir heykel inceleniyor mesela, Halkevi müzesine konuluyor (acaba o müze neredeydi?), Orduevi’nin temelinde bulunan önemli mozaikler gün yüzüne çıkarılıyor. Siverek ilçesine gidiliyor, Süryanilere ait kitabeler merkeze getirilip Halkevi müzesine konuluyor, Viranşehir tarihi surları, Hincik Mağaraları inceleniyor filan.

Urfa Halkevini araştırdığı çalışmasında Yüksel Yıldırım, “Urfa Halkevi şubelerinin oldukça etkin faaliyetlerde bulunduğu görülmektedir. Urfa, tarihi zenginliğiyle birçok farklı etnik ve dini unsurların bir arada yaşadığı ender kentlerden biridir. Etnik yapıdan dolayı Türkçe okuma yazma kurslarına ayrı bir önem verilmiş, halkın eğitim seviyesinin yükseltilmesi için çalışmalarda bulunulmuş ve bu çalışmalar başarılı görülmüştür. Kadınların sosyal hayata katılmasında Halkevi büyük çaba göstermiştir. Özellikle halkevinde düzenlenen çay şölenleri, kadın hastalıkları, kadının sosyal hayattaki rolleri vb. konularda yapılan konferanslar, kadınların temsillere katılması, gezici köy kadınları kurslarının düzenlenmesi, biçki, nakış, dokuma, vb. pek çok kursun açılması ve kadınların bu faaliyetler için teşvik edilmesi ile sosyal alanda önemli değişiklikler yaşanmıştır.” Urfa’nın müzik zenginliği bu şehrin halkevindeki güzel sanatlar şubesine de yansıyor, şube üyeleri saz ve musiki bilenlerden seçiliyor, haftada bir saz gecesi yapılıyor, milli oyunlar oynanıp türküler söyleniyor. Şubede ayrıca 14 kişilik bir bando da var vd.

Her biri ayrı, toplumu birleştiren, şehirler, köylere ve bugün bize mutluluk veren ayrıntılarla dolu yuvalar...

 

DEVRİM MÜZESİ

 

1950’de Halk Evlerinin sayısı 500’e halk odalarının sayısı 4500’e yaklaşıyor. Düşünün, uzak noktalara ve köylere kadar uzanıyor bu halk okulları, halk odaları. Bu evler, odalar, kitaplıkların çabasıyla bir olunuyor. Sadece okuma yazma bilmeyen nüfusu okur yazar yapma çabası da değil bu, bir kültürel kayıt, aktarım, bir olma, ulusal bilinçlenme çabası. Herkes kendi muhitini, şehrini, köyünü merak ediyor, öğreniyor, geliştirmek, keşfetmek için çaba gösteriyor. Bir Devrim Müzesi kurma fikri oluşuyor 1930’larda. Bugün devrim arabaları, devrim pul sergileri gibi dağılmış başlıklarla müzelerimiz ve sergilerimiz var ama bir devrim müzemiz olduğunu ben bilmiyorum, olsa soluğu orada alırdım zaten. Tamam devrimden korkanlar var günümüzde ama ister kork ister korkma devrimler yapılmış işte, bugünü de o sayede görmüşüz, Osmanlı bizim geçmişimizse bu da geçmişimiz, ne kıymetli günler yaşanmış o devrimler döneminde de. Coğrafya Enstitüsü var mesela, Türk Kültür Enstitüsü, var da var. Yokluk içinde eğitim ve kültür açığını kapamak için yapılan yazışmalar, gönderilen azıcık paralarla kazanılan gençler, çocuklar… Mimari açıdan da mekânsal örgütlenmeler, yarışmalarla yapılan binaları (bir örnek, Bursa Halkevi, yarışmayı kazanan, ilk kadın mimarlarımızdan Münevver Belen’in eseri, Gerede, Karamürsel, Kayseri Halkevi binası da Leman Tomsu ile ortak çalışmaları )

 

Bolu HAlkeviMünevver Belen Bursa Halk Evi mimarbursa

Bazı halk evleri modeli, bazı Avrupa ülkelerinden ilhamla başlatılsa da Türk toplumunun özelliklerini tanıyıp özgün bir modele dönüştürülüyor. Çünkü cumhuriyet zihniyeti, kopyacı da, ezik de değil, kendi aklını kullanıyor. “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır, o sadece özleşecektir” diyor mesela. Özünü bilmek önemli, korumak, saymak, kıymetlendirmek ve ilerlemek için bir olmak. Okuma yazma oranı çok düşük köylerde, uzak şehirlerde yaşayanlarla kentliler, okur yazarlar arasındaki kültürel ayrımı kaldırmak, kültürde, ortak paydada bir olmak amacıyla böyle özgün, sahici bir model çıkıyor ortaya. Kültürel farklılık açısından o kadar büyük uçurum var ki (sanki şimdi yok, o ayrı), zaten toplumun büyük çoğunluğu köylerde yaşıyor. Takma akılla yapılmadığından da, o süreçlerden yetişen kuşaklar,onların çocukları, bizler cumhuriyetin nimetlerinden faydalanıyoruz.

 

gaziantepFeyhaman Duran 1938 Antep1932-42 Halk evleri

 

Ama bazıları halen anlamıyor. O kadar anlamıyor ki, mandacılığı, bir başka milletin boyunduruğu altında "yaşamayı" bugün bile özleyenler var. Şimdi kendi hikâyemden birkaç gün içinde yaşadığım bir kesit: Ben yüzüncü yıla şükreder, okudukça daha da coşar, neşe içinde dolanırken bir “üniversite hocası” hep ilaçlarımı aldığım eczacıma dert yanmış, “keşke Atatürk cumhuriyeti kurmasaydı, Yeni Zelanda ve Avusturalya gibi bir memleket olurduk” demiş. Atatürk’ün kısaca “ahmak” deyip geçeceği, benim ona ilaveten içimden bir sürü şey söylediğim, zaman kaybedip iyi ki tanımamışım dediğim birey. Sonra bakkalla muhabbet ederken kenarda oturan yaşlı çift. “Anne babanız mı”, evet. Okumadığı ya da köylü ya da Anadolulu olduğu için selamımda başını eğen, iyi akşamlar deyince ayağa kalkarak, ezilerek mukabele eden bakkalın annesi babası… Ah! Unutamayacağım o yürek burkan an. Onlara sıkı sıkı sarılma isteği duyuyorum o an, gözlerim dolarak ağır ağır çıkıyorum yokuşu, o görüntü, o an gözümün önünde, evde zamanda ileri geri sarmayı sürdürüyorum elde olmadan, katılarak ağlıyorum. Olay, Cumhuriyetin 100. yılında, Kasım ayında geçiyor.   

KÜLTÜR DEVRİMİ

Cumhuriyet en hızlı gelişimini, kültürel devrimini o kısacık sürede gerçekleştiriyor. Bütün Türkiye’de mi, elbette değil. Bugün olmadığı gibi. 1938 doğumlu canım annem, İzmit doğumlu, cumhuriyet çocuğu, karma ilk eğitim sonrası Kız Enstitüsü mezunu. Buralarda “bilginin yanında görgü, kendi işini kendisinin yapabilme zevk ve yeteneği ve evi idare kudreti kazandırılmaya çalışılmaktadır. Türkçe, tarih, coğrafya, yurt bilgisi, fen bilgisi, matematik, biyoloji, defter tutma, Fransızca, beden terbiyesi, musiki dersleri ortaokul programlarına göre beş yıl okutulmakta, ayrıca umumi, tezyini,  mesleki  resim,  bitki ve hayvan  resimleri,  motifleri, krokiler, elbise, şapka, eldiven, çanta, eşarp, kemer, yastık, çamaşır, perde, işleme takımları gibi kadın ve salon süsleme eşyaları ile kreasyonları yaptırılmakta ve kıyafet tarihi gösterilmektedir” diye yazıyor Ayten Arığ Sezer (Türkiye’de Kız Enstitüleri: Gelenekten Geleceğe). Bölgeler arasında bugün çok fark var, biliyoruz.

 

annem ortaokul

 

 

cumhuriyet faziletIzmit Necatibey İlkokuluders notlarıkozmografya derslerikadıkoy halkevi

Bundan tam 34 yıl önce, rehberlik eğitimi sırasında bayağı geniş bir alanı kapsayan Doğu Güneydoğu Anadolu (ilk kez görüyordum) gezisinden dönüşte insanların imkânsızlıklarını, çaresizliklerini, hüzünlerini görünce harap olduğumu, yüreğime oturduğunu unutmam mümkün değil. Bugün farklı mı? Biraz farklı ama eğitim ve kültür alanında daha yapılacak çok çok iş, alınacak çok çok yol var. Mesela bugün halen ortalama eğitim oranının çok düşük olduğu illerden biri olan Urfa’da (7,4 yıl), okuma yazma bilen oranı %93,9, yani eğitim ve kültür savaşı bitmemiş, kadınlarda okuma yazma bilen oranın en düşük olduğu illerin birincisi % 89,0 ile Mardin, ikincisi de Şanlıurfa, %89,3 ile.

Kıymetli düşünürlerimizden, kültür tarihçisi Urfalı Prof. Ahmet Arslan, o tatlı üslubu, derin bilgisi ve gözlem gücüyle “Ben ilkokula başladığımda, ki 44 doğumluyum, 1950-60 arası Urfa’ya cumhuriyet gelmemişti, okul vardı, ama okullaşma oranı çok düşük düzeydeydi, 1960-65’e kadar Urfa’da bir tane lise vardı, 1946’da açılan, bak, somut bilgi bunlar, (…) 10-12 dershanelik bir okul vardı, hem ortaokul, hem lise, (…) üç katlı, Urfa Atatürk Lisesi. Yahu bütün ilçeleriyle birlikte bir ortaokul var, bir lise var, aynı binadalar. Benim kızkardeşim, iki erkek kardeşim, akrabalarım, bunların içinde bir tek kız çocuğu yoktu ki ilkokula gitsin, e cumhuriyet gelmemişti, oysa cumhuriyet okuldu (…), en önemli silahı okul olacaktı, aklı eğitirdi cumhuriyet”, diyor. Devamında bugün tüm akrabalarının lise mezunu olduğunu da belirterek. (Fatih Altaylı, TekeTek Cumhuriyet 100. Yıl Özel, “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı?", youtube)

 

(YAZI DEVAM EDECEK)