“Şiirselliği olan her şey fotoğraf konusudur” diyordu. 21 yaşında Cambridge’te ilk sergisini açmıştı. 1962’de on iki yıllık meslek yaşamının zirvesinde fotoğrafa sırtını döndüğünde, geride şaşkın bakışlar, gerçeği canalıcı noktasından yakalayan anıtsal fotoğraflar bıraktı. Bundan böyle sadece şair Özdemir Asaf’ın eşiydi. Oysa, fotoğraflarına bakanları, siyah-beyaz çalışmış bir ressam karşısında hissettirecek kadar özgün bir sanatçıydı.
Yaşamı, bir tutkunun bir başkasıyla yer değiştirmesinin hikâyesi. Aşkı tercih etmenin ve onu vazgeçilmez görmenin... Kadınca. Bir düşünün, bir erkek, aşkı için asla mesleğini bırakmaz ama bir kadın... Yetişme tarzı mı, bilinçaltının oyunu mu, analık içgüdüsü mü, yoksa yıllardır aradığı aşkın içinde yitip gitme isteği mi? Şüphesiz en sonuncusu.
Cumhuriyet döneminin ilk kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran’ın 1950’de başladığı fotoğraf serüveni on iki yıl sürdü. Kendi çabasıyla çıktığı basamaklardan yine kendi isteğiyle indi. Bildiğimiz, işini severek, kendini vererek, ruhunu katarak yaptığı... ötesi “sessizlik ve sır”.
Moran, yüzünü yalnızca gerçeğe çevirerek, olanca çıplaklığıyla, süsleyip püslemeden aktardı gördüklerini. Tekniğin öneminin bilincindeydi ama tekniği hep bir vasıta olarak gördü. Anadolu’yu karış karış gezdi. “Neden Anadolu?” diye sorduklarında, “Türkiye’nin % 99’unu Anadolu halkı teşkil ediyor” diyordu. Kadın başına insanların, olayların içine daldı. Tutkuyla. Ta ki bir başka tutkuyla karşılaşıp kendini seçim yapmak zorunda hissedene dek. “Seçilen uğraşın sevilmesi önemlidir. Bu sevginin giderek tutku haline dönüşmesi ise bir şans. Yaşamında bunu aşan, bir başka tutkusu olan ise şanslıdan da ötedir” demiş bir röportajında. Demek ki kendini şanslıdan da öte hissetti, “bir başka tutkusu” karşısında. Şüphesiz içinde bulunmaktan sonsuz haz duyduğu akıntıya, şiirsel tınısı olan suyun sesine kaptırdı kendini... Ne yaptığının farkında ve gönüllü olarak.
Evlendi, dört yıl içinde üç çocuk sahibi oldu, yüreğinin derinliklerine iyice, iyice itti eski tutkusunu. Çok iyi biliyordu ki fotoğraf tutkusu ikinci planda olmayı kaldıramazdı!
Fotoğrafın arka planı
1932 yılında İstanbul’da doğmuştu. Sanat ortamında büyüdü. Robert College’in son sınıfında, resme karşı ilgisinden “yeteneksizim” diye vazgeçtiğinde, dayısı sanat tarihi profesörü Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun önerisine kulak verdi ve İngiltere’ye gitti; fotoğraf okumak için. Dışardan okulunu bitirip önce Bloomsbury Technical College, ardından Ealving Broadway Technical College’de fotoğrafın arka planını öğrendi. Olde Vie Tiyatrosu’nun portre fotoğraf sanatçısı John Vickers’ın yanında burası Vivian Leigh, Laurence Olivier gibi meşhur sanatçıların geldiği bir stüdyoldu- iki ay staj yaptı. Dört yıl kaldığı İngiltere’de altı sergi açtı. Cambridge’te bir günlük ilk sergisini açtığında henüz 21 yaşındaydı. Doğudan gelmiş Türk kadınının 25 fotoğrafı bir gün içinde satılıverdi. İki yıl sonra İstanbul’da açtığı sergide hiç fotoğrafı satılmadığında çok şaşıracaktı.
Elinde makinesi İtalya, İspanya, Avusturya, Fransa, Monako ve Yunanistan’a gitti; oralarda “çekbeni” diyen her şeyin önünde deklanşöre bastı. İspanya ve Portekiz’i kapsayan bir fotoğraf albümü hazırladı.
1954 Temmuz’unda Türkiye’ye döndü; değişmiş, ustalaşmış, mesleğini seçmiş olarak. Dönemin sanatçılarının buluşma yeri olan Beyoğlu Kallavi Sokak’taki ünlü Maya Sanat Galerisi’nin üstünde bir stüdyo kiraladı. Aynı zamanda kendi fotoğraflarının sürekli sergilendiği bir salona dönüştürdü burasını. Ressam Nurullah Berk, bu stüdyoya girip fotoğraflarının büyüsüne kapılınca Fransızca yazdığı bir yazıda şöyle anlattı onun sanatını: “Yıldız Moran’ın fotoğraflarını kesin biçimde tanımlayacak bir sözcük bulmak gerekseydi, bu fotoğrafların her şeyden önce acımasız, hatır gönül tanımayan fotoğraflar olduğunu söylerdim. (...) Tüm bir Anadolu dünyası geçiyor gözlerinizin önünden bu büyük fotoğraflara baktığınızda ve bu yapıtların anıtsallığı, dışavurum güçlerini bir kat daha artırıyor.”
Tüm kedilerin kediliği...
1950’lerin sonları... Yıldız Moran, değil kadınların, erkeklerin bile rahat rahat dolaşamadığı yerlere gitti; kasabaları, köyleri gezdi, hayata dair ne varsa görüntüledi. Bir Türkiye albümü hazırlama fikri kafasında şekillenmeye başladı. 1955’te önce İstanbul’da, arkasından da Ankara’da açtığı sergiler, dönemin sanat camiasında olay oldu. Işık gölge oyunlarının mükemmelliği, “bizden olanı” olduğu gibi yansıtması herkesi etkiledi. Fotoğrafa bakış açısını yansıtan şu cümleler ne kadar da dikkat çekici; “Fotoğraf, tıp fotoğrafıdır, endüstri fotoğrafıdır, röportajdır, hatıra fotoğrafıdır. şiirselliği olduğu sürece. Ama örneğin kedi resmi çekilmekteyse o, benim kedim, şunun kedisi değil de, tüm kedilerin kediliğini içermeli o mesajı vermesi için. İçindeki mana yeterli değilse, ışık ve kompozisyon ne kadar mükemmel olsa da çekmemi 24 saat düşünülen, yaşanılan, ikinci plana atılamayacak bir konudur fotoğrafçılık. insana, hayata, özgün bir aşamanın yerini kavramsal olarak dolu, yoğun, ağırlıklı olarak verebilen kişidir fotoğrafçı. Makine ile yola çıkıyorsunuz. O denli varlığınızın bir parçası haline getirmelisiniz ki makineyi, konu ile aranızda bir engel oluşturmasın. Bunu gerçekleştirdikten sonra, seçtiğiniz konunun her zaman ve herkes için bir anlam taşıyacak yönlerini, estetik biçimde yansıtmalısınız. Mesajınız olmalı kısacası.”
Tarih 4 Kasım 1954, saat 11.00. Yıldız Moran, bir iş için şair Özdemir Asaf’ın matbaasına gider. Şairle ilk karşılaşmasını şöyle anlatacaktır daha sonra: “Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı. Pırıl pırıl bir zekâ, renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü bir insandı kısaca...”
Tam sekiz yıl sonra “o bambaşka dünya”yla yaşamayı tercih edecektir Yıldız Moran. 1962 yılında evlenir, fotoğraf sanatçılığını bırakır. Son sergisini açtığında yıl 1970’tir ve o artık sadece Özdemir Asaf’ın eşi olarak anılmaktadır. Bu arada, hazırladığı sözlükler, yaptığı çevirilerle asıl tutkusunu yan uğraşlarla besler ve yazın alanında, önemli çalışmalar yapar. Unutur, unutulur. Yeniden hatırlanması yıllar sonra, 1982’de olur; ölümünden üç yıl önce... O yıl, İDGSA Fotoğraf Enstitüsü tarafından Onur üyesi seçilir.
Sergileri:
1953, Cambridge
1953-1954 Londra, 5 sergi
Şubat 1955, İstanbul
Haziran 1955, Ankara
Mart 1956, İstanbul
Mayıs 1957, İstanbul
Ağustos 1962, Edinburg
Kasım 1970, İstanbul
"Küçük heyecanlar sanat olamaz. Büyük heyecan duyulmalı. Bu bir gerçek. Konu belgeleyici, röportaj fotoğrafı ise söylenen söz geçerli olabilir. Röportaj yapmak için objektif bir görüşten, olayın niteliğine ilişkin bir yargıya varmak lazım.”
“Hep izin alarak çektim fotoğrafları. Sözlü ya da yazılı. Kimsenin mahrem yaşamına girmeye hakkımız yok...”
“Şair hangi vezinle, hangi kalıpla şiir yazmayı seçip, içeriği dolduracaksa, fotoğrafçı da kendine en uygun fotoğraf makinesini bulmakla yükümlüdür. Her iki dalda da sonuçta şiirsellik, estetik yoksa başarısızdır.”
“Birden 24 saatimi bu konuya mı vereceğim, yoksa daha önemli konular var mı benim için diye düşündüm. Daha önemli şeyler olduğuna karar verdim ve 12 yıl sonra bıraktım bu işi."
(Albüm Dergisi, Mayıs 1998)