Prof. Roger Garaudy, dünyaca ünlü bir düşünürdü. 2012'de hayata veda etti. Bizde, özellikle İslamiyeti seçtikten sonra dikkatleri üzerine çekse de 1954 yılında Fransız Komünist Partisi’ne üye olmuş, meclis ve senatoda görev yapmış, 1956 yılında Fransız Komünist Siyasi Büro Şefliği’ne kadar yükselmiş bir kişiydi. Marksist Araştırma ve İnceleme Merkezi Müdürlüğü de dahil olmak üzere pek çok önemli görevde bulunmuş ve 1970’de fikri anlaşmazlıklara partiden çıkartılıp 1981’de Müslüman olmuştu. Pekçok kitabı olan Garaudy ile İstanbul'da tanışma ve röportaj yapma şansına erişmiştim. Önemli şeyler söylemişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’nın düzenlediği I. Uluslararası İslam Düşüncesi Konferansı için İstanbul’daydı. Yıl 1996 idi. Ben Tempo Dergisi'nde, Din Haberleri Editörlüğü yapıyordum. Garaudy ile Filistinli eşi Selma el Faruki ve çevirmeni Ayşe Arslan eşliğinde söyleşim.
- Sizi Batı toplumlarında en çok ne rahatsız ediyor?
ROGER GARAUDY. Her şeyin alınıp satılıyor olması. Yani özetle insan tahrip ediliyor. Her şey alınıp satıldığında yaşam anlamını kaybediyor, mahrumiyet başlıyor. Bu Rönesansla başladı. Rönesans, kapitalizmin ve sömürgeciliğin ortaya çıkışıdır aynı zamanda. Kapitalizm galip geldiğinde her şey satın alınmaya başlandı. Bata da erk, otorite. Bunun en tipik örneği; imparatorun seçimi… Üç adayın da arkasında büyük sermayeler vardı. Şarlken kazandı, çünkü arkasında en büyük Alman bankası vardı. Böylece de para otoriteyi getirdi. Hem otorite hem de sonsuz yaşam satın alınmaya başladı. Roma’da kilise sayesinde günahlar bağışlanabildi. Bir bakıma cennet satışa çıkarıldı. Mutlak güç para oldu. Pazar, Rönesanstan beri sosyal ilişkilerin regülatörü oldu. Yani fuhuş, yolsuzluk kişisel kusurlar olmaktan çıktı, devletin yapısal bir formu haline geldi.
- Dinler arasında bir diyalog kurulabilir mi sizce?
GARAUDY. Ben dinler arasında diyalog kurulacağına inanmıyorum. Din, bir kültür aracılığıyla görünür, bir inançtır. İnançlar arasında diyalog mümkündün. Dinler yoktur, kültürler vardır. Bir Tanrı vardır ve bu kültürlerle gelmiştir. Sonuç olarak diyalog, herkes kendi dinine kapanmadığı, kendi dininin en iyisi olduğunu iddia etmediği –maalesef bugün yaşanan tersi- sürece mümkündür. Bu da karşındakinden bir şeyler öğreneceğini kabul ederek olmalıdır. Bunu kabul etmek demek “ben inandığımın mutlak olmadığını, şüphe içerdiğini kabul ediyorum” demektir. Gerçek diyalog böyle olur. Aksi taktirde, siz istediğiniz kadar kendi dininden başkasını tanımayan bir Katolik misyoneri, İslam’ın en son ve en mükemmel din olduğunu, Muhammed’in peygamber olduğunu sonuna kadar savunan bir ulemayı bir araya getirin, hiçbir anlamı olmaz. İnsanlar, başkalarından bir şeyler öğreneceğini öncelikle kabul etmelidir. Diyalog, cevaptan çok soru sormaya dayalıdır. “Din sorunlarımıza bir cevaptır” deniyorsa diyalog olmaz. “Din, soru sormaktır” diyorsanız “yaşama anlam katan, soru sorandır diyorsanız, benim kendi dinimi geliştirmek için sizin dininize de ihtiyacım olduğunu kabul edersiniz. Upanişadlar’a da ihtiyacımız var. İster Hıristiyan ister Müslüman olsun din okullarına baktığımda tek bir geleneğin öğretildiğini görüyorum. Hiçbir Hıristiyan okulunda İslamın, Budizmin yada başka bir dinin öğretildiğini görmedim. İnsanlar bu yüzden cahil; kendi dinlerinin en iyisi olduğunu sanıyorlar. Kötülükte buradan geliyor. Şu ortamızda duran teybi alın ve ikimiz de resmini yapalım; farklı olacaktır sizinki de benimki de. Oysa obje tek. Bu obje Tanrı olduğunda benim sizin vizyonunuza ihtiyacım var, sizin de benimkine. Bence dinlerin sonuna geldik. 21. yüzyılda ne İslam ne Hıristiyanlık olacak. İnsanlar anlamı arayacak, bu bir postulat; cevap değil; soru. Cevabımız yok, inanç bir soru düzenidir… Ne dünyanın kökenleriyle ilgili, ne yaşam ne insan, ne de dünyanın sonuyla ilgili cevabımız var. Her gün bu soruları soruyoruz. İnanç var olan bir sıkıntı, korku, bir umut halinde. Kesinlik yok. İnancım var, cebimde mendilim var demek. (Bu arada eşi Selma el Faruki bir başka masada oturan çevirmeni Ayşe’yi çağırıyor gelip dinlemesi için)
- Dünyada "aşırı dincilerin" artışı hakkında ne düşünüyorsunuz?
GARAUDY. Sömürgeciliğe karşı bir reaksiyon bu. Anlıyorum. En kötü aşırı dincilik sömürgecilikti. Entegrizm, mutlak gerçeğe sahip olduğunu iddia etmek ve bunu başkalarına dayatma hakkına kendinde görmek demektir. Büyük engizisyoncular belki de kişisel yaşamlarında birer aziz değillerdi. Mutlak gerçek olduğundan ve buna inandıklarından bunu başkalarına empoze ediyor ve insanlara ateşe, yani onlara göre Tanrı’ya yolluyorlardı. Gerçek aşırı dinciler sömürgecilerdi. Bugün gördüğümüz bütün aşırı dinciler, ki bunlar sadece Müslümanlar değil,-Çin kültür devrimi de bence bir entegrizimdir-, bu sömürgeciliğe karşı bir reaksiyon içindeler. İnsanlar kimliğini korumak istiyor. Kimliğini korumak, sömürgecinin etkisinden kurtulmak demek. Aşırı dinciler din üzerinde geriletici bir rol oynuyorlar, çünkü yüzyıllar öncesine ait formüllere kapanıp kalıyorlar. İslamda da böyle. En kötüsü, belki de Siyonist entegrizmi. Kutsal topraklar, seçilmiş halklar diyorlar, bunlar hiç varolmamış nosyonlar. Bugün hiçbir anlamı olmayan şeyler. Bunun üzerine politika inşa ediyorlar. İnsanları öldürmek çözüm değil. Silah depolarına, polislere saldırıyı anlayabilirim. Direniş döneminde bunu yaptık. Bize terörist dendi. Unutulan, Filistin’de bir işgalin ve buna karşılık bir direnişin olduğu. (Eşi, çevirmene bakıp “keşke söylemeseydi” gibisinden bir yüz ifadesi takınıyor. Belki de Garaudy hakkında İsrail aleyhine konuştuğu için Fransa’da açılan dava yüzünden.)
- Bu normal diyorsunuz öyle mi?
GARAUDY. Hayır, anlaşılabilir. Biz de yaptık bunu. İtalyan işgali vardı, benim de içinde olduğum grup direndi. Trenleri bombaladık, saldırdık.