Granadalı Müslüman Hasan’ın Roma’da Papa’nın sağ kolu Hristiyan Leo Africanus olarak biten macera dolu yaşamı, Ömer Hayyam’ın bir el yazmasının peşinde dokunan rengârenk İran tarihi, Doğunun Limanları, Beatrice’den Sonraki Yüzyıl, kız çocuklarının dünyadan kalkma çabasının sonucu felaket... Lübnanlı yazar Amin Maalouf, ilk kez İstanbul’a geldiğinde kendisiyle yaptığım röportaj kenarda kalmasın, meraklıları okusun istedim.
Amin Maalouf, 1949 Lübnan doğumlu, Lübnan iç savaşı sonrası Fransa’ya göç ediyor, 1975’ten beri Paris’te yaşıyor.
Maalouf’un her yeni kitabı Fransa’daki Doğulular için de gurur kaynağı, Türk okurları da onu çok seviyor. Büyükannesi İstanbul doğumlu, Türkçe konuşuyor, 1915 doğumlu babası Osmanlı tebaasından.
Maalouf, kentlerle insan ilişkisinin karmaşıklığına inanıyor. Kendisini hem Batı’ya hem de Doğu’ya, Osmanlıya ve Türklere yakın hissediyor. 1907 yılında büyükbabasının yeğeni çok kalın bir kitapta ailesinin tarihini anlatmış ve romanlarının bir kenarından çıkıveren, bir çok kez tasvir ettiği İstanbul, Maalouf’un düşsel dünyasındaki yerini almış. Kitabın önsözünde, ecdadının sultana çok sadık olduğu da yazılıymış.
Söyleşi sonrası evimden getirdiğim, okumuş olduğum bütün kitapları farklı cümlelerle imzalaması, sıcakkanlılığı, tevazuu, bütün sorularıma cevap vermesi… Kişisel tarihimde kalbimde eserleriyle yer etmiş Maalouf’un bu yüzden de benim için özel bir yeri var.
- Tarihle aranızda nasıl bir ilişki var?
AMIN MAALOUF. Ben tarihe hep büyük bir ilgi duydum; bugünü anlamak için tarihi bir perspektife ihtiyacım var sanıyorum. Belki bunun nedeni tarihe çok önem verilen bir ülkeden geliyor olmam. Lübnan, en az altı bin yıllık tarihi olan bir ülke. Geçmişe bakarken geçmişe bağlı olmak şart değil. Tarih, hiçbir zaman öylesine bir geçmiş değil benim için; geleceğe bakmamızı sağlayan bir unsur. İnsan tecrübesini, hafızasını barındıran dev, sınırsız bir tepe. Geçmişten, aslında istediklerimizi çeker çıkarırız. Bazen geçmişin derslerinden söz edilir, ben bu sözü kullanmayı sevmem. Bence geçmişte hem çeşitli dersler vardır hem de tam tersine... Dürüst ve geniş açıyla bakan biri olmak lazım, bence geçmişe bakarken. Ben tarihe ve tarihle hayal mahsulü olanın karışımına hep ilgi duydum.
- Tarihe önem verilen bir ülkeden geliyor olmanız dışında sizdeki hazinenin kaynağı başka ne olabilir? Örneğin çocukken çok kitap okur muydunuz?
MAALOUF. Anılarımda hep tarihle hayal mahsulünü karıştıran kitaplar var. Stefan Zweig’ın biyografilerini çok keyifle okuduğumu hatırlıyorum. Gençken kitapları adeta yutuyordum. 9-10 yaşındaydım sanırım, bir dizi hatırlıyorum. Mark Twain de, Alexandre Dumas da, Arap klasikleri de vardı dizide. O kadar ki bu dizinin sonunda okuyacak bir şeyim kalmayacak diye çok korkmuştum. Bu serinin son kitabını aldığımda artık başkasının olmayacağını bilmek beni çok ama çok üzmüştü.
- Sonra başka bir diziye geçtiniz herhalde?
MAALOUF. Hayır, ondan sonra çok düzensiz okumaya başladım. Yine de çok sistematiktim. Ben de çok uzun süre etki bırakan bir kitabı hatırlıyorum. Birçok insan Alexandre Dumas’nın sıradan eserlerinden biri kabul eder, ‘Siyah Lale’. Amsterdam’da 17. Yüzyılda geçen bu romanın sahnelerinin çoğu aklımda. Bu kitap yüzünden hâlâ Amsterdam’ın o dönemine karşı zaafım var.
- Sizin kitaplarınızı okurken bazen tek bir paragraftan, tek bir cümleden yola çıkıp muazzam bir hikâye yazdığınız hissine kapılıyorum. Tarih büyücüsü gibisiniz. Gerçekten bazen böyle küçük bir ayrıntıdan yola çıkarak yazdığınız oluyor mu? Yoksa çok zaman mı harcıyorsunuz?
MAALOUF. Bence bir kişinin hikâyesini yazmak, o kişinin hayatı hakkında 400 sayfalık bir dosya okumuşsanız çok zordur. Dört sayfa okuduysanız çok daha kolay yazarsınız. Çünkü o kişinin ve gerçeğin ağırlığı, hayal gücünüzün açılması için sizin için engel oluşturur. Aynı şekilde küçücük bir olaydan yola çıkarak yapılacak bir filmin büyük bir romandan yola çıkarak yapılandan daha iyi olur gibi geliyor bana. Evet, başka unsurlar oluşturmak için ana unsurlara ihtiyaç var, eğer unsur çoksa iş değişiyor. Çok bilgili olmaktansa az bilgili olmak daha iyi... Gazetecilik yaparken de aynı şeyi hissediyordum.
MAALOUF. Evet, mutlaka. Filme kıyasla kitap hayal gücüne çok daha fazla yer bırakır. Bir kişiyi çok detaylı bir şekilde bile yazsanız, okuyanlar o kişiyi kendisine göre düşler. Karşıda görüntü varsa herkes aynı şekilde düşlemek zorundadır.
MAALOUF. Filmi sonradan mı görmüştünüz?
- Evet.
MAALOUF. Bence önce filmi görmek lazım. Okuyup gidersek filmde aynı tadı asla alamıyoruz, çok çok iyi filmler dışında. Ben de aynı şeyi hissetmiştim Smoke filminde.
MAALOUF. Evet, çok okuyorum, pek çok elemanı bir araya getiriyorum. Çok zaman harcıyorum yazmaya, metnin yapısını bozmuyorum ama bir çok şeyi değiştiriyorum yazdıktan sonra. 30, 40 ya da 50 kere yeniden okumadığım tek bir sayfa yok. Okurken de değiştiririm. Bir yıl boyunca, bitmiş bir kitabımı her hafta yeniden okuyup her seferinde bazı detayları değiştirdiğim oldu. Sonuçta dışardan birisi aynı kitap sanıyor ama ben onun tamamen farklı bir kitap olduğunu biliyorum.
MAALOUF. ‘Doğunun Limanları’. Çok zaman harcadım bu kitaba.
MAALOUF. Evet, özellikle kendime karşı. Hep çalışıyorum ama hep yeterince çalışmadığım hissini taşıyorum. Yazmadan önce, yazarken, en son aşamada çok çalışıyorum. Ama kitap çıkınca bir daha hiç bakmam. Çünkü bir sonrakine kendimi hazırlamam gerektiğine inanırım.
MAALOUF. Eskiden geceleri yazardım, çünkü çok gürültü bir yerde yaşardım ama şimdi çok sessiz bir yerde yaşıyorum. Paris’e 500 km mesafede bir yerde, çok sakin bir ortamda... Her sabah kalkarım, bütün gün dış dünyadan kopuk –telefonlara cevap vermem–çalışırım, ‘artık bitti’ dediğim noktada bırakırım. Genelde akşamüstünü bulur, sonra yürüyüş yaparım. Ertesi gün aynı şey. Her gün çalışırım, bazen, ki bu sık sık başıma gelir, birçok şey üzerinde çalışırım. Bir kitap üzerinde bir ya da iki ay çalışırım, sıkılma ya da doyma aşamasına geldiğimde bırakır, başka şey üzerinde çalışırım. Üç, dört, beş kitaba aynı anda devam ettiğim olur.
MAALOUF. Bazen el yazısıyla çalışırım, bazen bilgisayarla. Bilgisayar kullanmaya çok erken alıştım. Daktilo ile bilgisayarı kıyaslarlar, bana göre ikisi tamamıyla farklı aletler. Daktilo düzelti imkânın ortadan kaldırıyor, bilgisayar ise tam tersine düzeltiye uygun.
MAALOUF. Tarihe sadığım ama bunu açığa vurmuyorum. Yani, kitap okuyan, bu kitap 16. yüzyılda geçiyor, diyorsa o döneme ait olmayan bir şeyi yazmaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Öte yandan romancının gerçekliğe sadık kalması gibi bir zorunluluğu olmadığını da düşünüyorum. Teorik olarak, romanın yapısı izin verirse tarihe aykırı şeylerin yazılması gerektiğini düşünüyorum ama ben yapmıyorum. Ben bir dönemde geçmiş bir şeyler anlatıyorsam okuyucuyu yanıltmamam gerektiğini düşünüyorum, o yüzden dönem tarihlerini, bazen konumla ilgili olmayan bir sürü şeyi okuyorum. O dönemden sonraki dönemle ilgili asla okumam, yakın geçmişini ya da biraz öncesini okurum. O dönemde yazılmış şeyleri okurum; tavırları, bir yere, bir kişiye karşı tavırları hissedip dönemin içine girebilmem için.
MAALOUF. Ben dünyanın farklı inançtan gelen insanlar tarafından değil, bazı prensipleri, değerleri olan insanlar tarafından ayrıldığını düşünüyorum. Bu da her dinde, ideolojide, ülkede var. Benim fikrime göre ana inanç, bazı değerlere inanışta. Ben dinin de medeniyet tarafıyla ilgiliyim, çok az doktrin kısmıyla ilgileniyorum. Dinlerin teolojik ve ideolojik yanından çok az bahsediyorum. Bence her halk kendi tarihi ve spiritüel güzergahından ilham alarak insanlığa bir şeyler aktarabilir.
MAALOUF. Kitap çıkana kadar kitapla yazar arasında karmaşık, hassas bir ilişki vardır, üstelik ben bir çok kitabı birarada sürdüren biriyim. Dört, beş proje aynı anda yürüyor. Hangisinin biteceğini bilmiyorum.
MAALOUF. Öyle mi? Gelmeden evvel Nazım Hikmet’in ‘Les Romantiques’ adlı kitabını okuyordum. Belki burada kalmak bana farklı tesirde bulunacak, döndüğümde göreceğim. Şimdilik bilmiyorum ama belki burayla ilgili bir şeyler yazarım.
(Fotoğraf: wikipedia, Claude Truong)